Gani Müjde’nin ‘basur soyundan’ tweeti: Tarihi dizilerde mizah, temsil ve sorumluluk tartışması

Eylül 10, 2025 0 Yorumlar Barış Kılıçarslan

Bir tweet, bir tartışma: ‘Basur soyundan’ ifadesi ne anlatıyor?

Türkiye’de tarihi diziler, sadece reyting değil, gerilim de üretir. Bir cümle yetiyor. Tam da böyle oldu: Gani Müjde, sosyal medyada “basur soyundan birini bulduk” minvalinde ironik bir paylaşım yaptı ve ortalık yeniden alevlendi. Bu söz, ilk bakışta yalnızca absürt bir espri gibi duruyor. Ama hedef tahtasında yıllardır aynı konu var: Ekranda tarih nasıl temsil edilmeli, mizah nerede durmalı?

Paylaşımın konusu, izleyicinin hafızasında güçlü bir yere sahip olan Muhteşem Yüzyıl’ı ve Müjde’nin absürt komedisi Harem’i çağrıştırıyor. Bir yanda büyük prodüksiyonlu saray dramları; diğer yanda tarihi ve iktidarı alaya alan, bilerek abartan ve çarpıtan komediler. İkisi de milyonlara ulaştı, ikisi de hem sevildi hem eleştirildi. Bu kez de aynı eksen üzerinden tartışma döndü: “Gerçek” ile “kurgu”yu karıştırıyoruz ve sonra herkes birbirine kızıyor.

Muhteşem Yüzyıl yayımlandığı dönemde, karakterlerin özel hayatlarına ve saray içi entrikalara odaklandığı için “tarihi sulandırmakla” suçlanmış; düzenleyici kurumlara çok sayıda şikâyet gitmişti. Yapımcılar ise defalarca “Bu bir belgesel değil, dramatizasyon” diye yanıt verdi. İzleyicinin bir kısmı buna ikna oldu, bir kısmıysa “tarihi kişiliklere saygı” çizgisini aşan sahneleri kabul etmedi. Kısacası ekran ile seyirci arasında görünmez bir sözleşme var; taraflar o sözleşmenin maddelerini farklı okuyor.

Harem ise tam ters köşede duruyor. Absürt, bilerek uç, gerçekliği kırarak güldürmeye çalışan bir yapım… Yıllar önce hakkında “uydurma tarih” eleştirisiyle resmi şikâyete konu olmuştu. Aslında bu, işin doğası: Satire kendine özgü bir büyüteçtir; abartır, bozup yeniden kurar. Ama Türkiye’de konu tarihe, özellikle de sembol isimlere geldi mi mizahın payı hızla tartışmalı hale geliyor.

Müjde’nin son paylaşımı tam da bu mayına basıyor. “Soy” ve “silsile” takıntısıyla dalga geçen bir formül… Bir yandan tarihi dizilerin “hanedan hatırası” üzerinden kurduğu dramatik dünyaya taş atıyor; öte yandan mizahın, bugünün kültür savaşlarında nasıl bir silaha dönüştüğünü hatırlatıyor. Tepkiler de buna uygun: Kimileri “espri bu, abartmayın” diyor; kimileri ise “tarihle alay ediliyor” diye öfkeleniyor.

Tarihi dizilerde mizah, temsil ve sorumluluk

Peki bu tartışma neden bitmiyor? Çünkü üç zorlu denge var: geçmişin gerçeği, bugünün özgürlüğü ve ekranın etkisi. Bir yapımcı, dramatik gerilim için olayları sıkıştırır, karakterleri keskinleştirir, sahneleri parlatır. Seyirci ise bunun “gerçek” ile arasına konan mesafeyi her zaman görmez. Hele ki mesele kolektif hafızaya bağlı figürlerse… Duygu, bilgiye ağır basar.

Türkiye’de düzenleyici çerçeve, şikâyet mekanizmaları ve kamuoyu baskısı bu dengeyi daha da hassas kılıyor. RTÜK’e giden dosyalar, sosyal medyada büyüyen kampanyalar ve siyasetin sert çıkışları, setlerin yaratıcı risk iştahını doğrudan etkiliyor. Sonunda “tarihi danışmanlık”, “açılışta uyarı kartı”, “finalde açıklama” gibi pratik çözümler devreye giriyor. Bunlar gerilimi azaltıyor ama tartışmayı bitirmiyor.

Mizah cephesinde tablo farklı değil. Satire, gerçeği eğip bükerek düşündürmeyi hedefler. Ekranda taşlama yaparken çizgi hızla inceliyor: alay, saygısızlığa dönüşebilir; eleştiri, hakarete. Bu yüzden komedinin de kendi etik pusulası var. Soru şu: Kime, ne amaçla, hangi araçla gülüyoruz? Bir iktidar dilini mi tersyüz ediyoruz, yoksa toplumsal bir yarayı mı kanatıyoruz?

Dünyada da benzer gerilimler yaşanıyor. İngiliz sarayını konu alan diziler “kurgu–gerçek” tartışmasını her sezon yeniden ateşliyor; Avrupa’da din ve tarih temalı komediler sık sık boykot çağrılarına hedef oluyor. Fark yaratan, yapımcıların şeffaflığı ve izleyiciyle kurduğu ilişki. Etiketlemeyi net yapan, arka planı anlatan ve yaratıcı niyeti baştan açıklayan projeler, fırtınayı daha az hasarla atlatıyor.

Bizdeki çıkmaz daha çok dille ilgili. Tarihi hikâyeyi “sahici” kılmak için kullanılan ağır anlatım, kimi zaman bugünün değer yargılarını eskiye yamıyor. Komedi de ters yönden aynı hataya düşüyor: Abartı, bağlamı kaybettiriyor. İkisi de izleyicinin zihninde tek bir soruya toplanıyor: “Ben neyi izliyorum—tarih mi, kurgu mu?” Yanıt net verilmediğinde tartışma büyüyor.

Burada yapımcılara düşen birkaç basit ama etkili adım var:

  • Başta ve sonda net ifade: “Bu eser kurmaca unsurlar içerir; tarihi gerçekliği temsil iddiası taşımaz.”
  • Görsel materyalde denge: Tarihsel kostüm ve mekân gerçekçiliği arttıkça, kurgu mesajını daha görünür kılmak.
  • Şeffaflık: Basın bültenlerinde ve tanıtımlarda tarih danışmanlığı ya da yaratıcı tercihlerle ilgili açık bilgi vermek.
  • Ek içerik: Bölüm sonu kısa notlarla “hangi detay kurgu, hangisi tarihsel esin” ayrımını anlatmak.

İzleyici için de küçük bir hatırlatma: Diziler, belgesel değildir. Eğlendirmek, düşündürmek, duygulandırmak için sahneler sıkıştırılır, karakterler keskinleştirilir. Bu, eserleri aklamaz; sadece izleme rehberi sunar. Eleştiri elbette şart; ama eleştirinin adresi ve dili, tartışmanın kalitesini belirler.

Geriye Gani Müjde’nin paylaşımı kalıyor. O cümle, mizahın Türkiye’de hâlâ güçlü bir turnusol kâğıdı olduğunu gösterdi. Bir kelime, iki anlam; bir espri, üç okuma… Kimi, tarih anlatımındaki abartılara atılan bir taş gördü; kimi, tarihe saygısızlık sınırının aşıldığını düşündü. Tam da bu yüzden bu tartışmalar bitecek gibi durmuyor. Ekrandaki tarih, sadece geçmişi değil, bugünü de anlatıyor. Biz de tam orada, o ara bölgede kavga ediyoruz.

Şimdi yapımcıların, komedyenlerin ve kanalların önünde net bir ödev var: Ne anlatmak istediklerini açıkça söylemek; izleyiciye izlediği şeyin adını baştan koymak. Çünkü şeffaflık, bu ülkede sadece siyaset için değil, hikâye anlatımı için de en iyi panzehir.

Bir yorum Yaz