Giriş ya da Kayıt Ücretsiz!
 Anasayfa > Makaleler > Eğlence > Karikatürcülük ve reklamcılık
 
Takvim
Mart 2008
P S Ç P C C P
          1 2
3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
31
Kullanıcı Paneli
Merhaba Ziyaretçi
» IP: 64.208.172.178
Kullanıcı Adı
Şifre
Şifremi Unuttum
Kayıt

En son 5 Kullanıcı
zamor tuna_1963 smerseeo renoclubrur aydinguler

Online Kişiler
21

Online Kullanıcılar
0

Online Ziyaretçiler
21
01:   85.106.x.x
02:   88.251.x.x
03:   78.177.x.x
04:   85.110.x.x
05:   Yahoo spider
06:   Yahoo spider
07:   88.252.x.x
08:   88.240.x.x
09:   Yahoo spider
10:   64.1.x.x
11:   Yahoo spider
12:   64.208.x.x
13:   Yahoo spider
14:   Yahoo spider
15:   Yahoo spider
16:   88.227.x.x
17:   Google spider
18:   Yahoo spider
19:   Yahoo spider
20:   88.232.x.x
21:   Yahoo spider

» Çoğul
175656
» Tekil
58612
Ana menü
Arama
Siteye Giren Üyeler
murathan07 00:11:58
Onur 00:17:09
zamor 00:44:25
Berkant034 00:54:35
tuna_1963 05:14:22
smerseeo 07:21:08
renoclubrur 13:00:52
aydinguler 13:12:43
supra_gt 15:09:19
nazario 20:03:44
Google Reklam2
Karikatürcülük ve reklamcılık
07/01/2008 01:04 Onur

KARİKATÜRCÜLÜK ve REKLAMCILIK

(ERDOGAN KARAYEL TARAFINDAN  ALMANYA’DA YAYINLANAN DON KISOT DERGISININ SORULARINA FARUK CAGLA TARAFINDAN VERILEN YANITLAR)


SORULAR;

1) kendi mizah anlayisin dogrultusunda karikatürün tanimi?

2) türkiye'de ve dünyada karikatür.. aradaki farkliliklar?

3) günümüz mizah dergileri mizah acisindan doyurucu mu?

4) 50 yil önceki karikatür anlayisiyla bugünkü anlayis arasindaki farklar?

5) yarisma jurilerinin olusturulmasi sence nasil olmali?

6) reklamcilik ve karikatür arasindaki iliski nasil sence?

7) don kisot dergisinin artilari ve eksileri?

8) son dönemlerde tartisilan "taklit karikatür" konusundaki görüslerin?

9) dernek yönetimi ile üyeler arasindaki kopukluk.. artan üye sayisina

karsin ters oranda gelisen hiziplesme ve ayrismanin nedenleri?

10) üretken bir cizer olarak, genc cizerlere önerilerin..

 

CEVAPLAR:

1) kendi mizah anlayisin dogrultusunda karikatürün tanimi?

 

Kendi mizah anlayışım doğrultusunda karikatürün tanımı ile, kendi mimarlık anlayışım doğrultusunda mimarlığın tanımı veya kendi doktorluk anlayışım doğrultusunda hekimliğin tanımı gibi;  sorunun veya cevabın içinde “kendi anlayışı doğrultusunda” demek zaten başlı başına bir mizah !  Soru; “sizce karikatürün tanımı nedir” şeklinde olabilirdi.

 

Doğal olarak tanımı tanımlayan kişi kendince ve kendi anlayışı doğrultusunda tanımlayacaktır. “Kendi mizah anlayışınız doğrultusunda demek, entellektüel bir fazlalık bence…”Başkasının mizah anlayışına göre cevap vermeyin ha”, gibi bir uyarı mı saklı acaba??? Öyleyse cevap verecek kişiye güvensizlik var demektir.

 

Bana birisi karikatürün tanımını sorsa elbette kendi mizah anlayışıma göre tanımlayacağım, bir mimara mimarlığın tanımı sorulsa elbette kendi yorumuna göre tanımlayacak…. Her meslek grubundaki kişi icra ettiği mesleği pek doğaldır ki kendi anlayışına göre, kendine göre (subjektif) olarak yorumlayacaktır.

 

Ama bu ne kadar genel, objektif (tarafsız) ve bilimsel olur, bilinmez.

 

Kısaca bana ve diğer çizerlere “sizce (size göre) karikatürün tanımı nedir”, diye sorulsaydı daha doğru olurdu. Dahası; “karikatür nedir, sizin karikatür tanımına ilave yorumunuz var mı” şeklinde de sorulabilirdi. Yada daha formülleştirirsek; “karikatürün en genel ve en tarafsız tanımı nedir, sizin bu  tanıma ilave yorumlarınız nedir” şeklinde de sorulabilirdi. Ben olsaydım, “sizin objektif ve subjektif karikatür tanımınız nedir” diye sorardım, tabii gelen cevaplar arasında “soruyu biraz açar mısınız?” şeklinde cevap olmayan sorular da bulunabilirdi…

 

Bana madem ki sordunuz, söyleyeyim; karikatürün tanımı yapılmaz… Karikatür çizilir ! Olmuşsa karikatür olur, belleklere çizilir, olmamışsa belleklerden silinir!!!

 

Şimdi bu yazdıklarım, soruyu soran kişiye pek sempatik gelmemiştir. “Adam daha ilk cevabını vermeden bizi eleştirmeye kalktı, kusur buldu, ne gıcık herifmiş bu” denilmiş olabilir. Özellikle böyle yaptım, “eleştiri” konusuna girmek için. Buraya kadar ki okuduklarınız “yazı ile yapılan” eleştiridir.

 

Bu yazılanları televizyonda veya tiyatro sahnesinde söz düellosu şeklinde oyuncular vasıtası ile canlandırabilseydik bu piyes veya tiyatro olacaktı…

 

Bunu kağıt üzerinde çizgilerle anlatmayı başarabilseydik, bu karikatür olacaktı (buna da eleştiriyi çizgiyle yapmak diyebiliriz)…

 

Mesela bunu hemen şimdi bir canlandırmayla deneyelim;

Harıl harıl karikatür çizmekte olan, masasının üzeri ve duvarlarında çizdiği karikatürler bulunan bir karikatürcüye, röportaj yapan kişi şu soruyu soruyor;

-Kendi Y O R U M-UNUZLA karikatürün tanımını yapar mısınız?

Karikatürcü soruyu duyuyor ama cevap vermiyor…

Karikatürcü boş bir kağıt alarak, kendi portresini çizmeye başlıyor… Kendisinin elini yukarıya kalkmış dev bir kurşun kalem tutmuş sıkılı bir yumruk gibi çiziyor, portresine

haykıran bir yüz ifadesi verip konuşma balonunun içine de şunu yazıyor;

- “Y O R U M- lamı Y O R U M !!!!! TANIMLAMI- Y O R U M !!!!  ÇİZİ- Y O R U M !”

 

İşte bu sahnelenirse tiyatro, 2-3 karede (veya başarılabilirse tek karede) çizilirse karikatür, animasyon film olarak hareketlendirilebilirse çizgi film (animasyon) olmaz mı?

 

Şimdi, karikatür denilen sanatta iki temel öğe var; Birincisi; resim, şekil, suret veya çizgi…

( yani gözün gördüğü; elle tutulan, somut, müşahhas, maddi, özdeksel)

 

İkincisi; konu, muhteva, ana fikir, concept (konsept), tema (theme), senaryo, hikaye, kurgu, … (yani; gözün göremediği, soyut, mücerret ve ancak çizgi ile görünebilir hale gelebilen, manevi, tinsel)

 

Karikatür bu iki maddi ve manevi, madde ile ruha benzeyen kavramların yaratıcısının düzeyine , kalitesine ve niteliğine göre oluşmuş mükemmel, etkili ve ekonomik bir görsel sanat dalıdır…

 

Bana göre, karikatürün amacı MESAJ vermek veya MASAJ yapmaktır. Her ikisi de bedene değil, beyine yapılır. Bazı beyinler vardır, mesajı kolayca alır, bazı beyinler vardır mesaj almaya kapalı hale getirilmiş veya yıkanmıştır (aslında kirletilmiştir), onlara mesaj değil masaj lazımdır, karikatür değmeden, dokunmadan bile bunu başaran bir sanattır.

 

İster adına mesaj diyelim, istersek masaj diyelim; karikatüre bakan kişi karikatüre bir tepki verir. Bu tepkiler; sevmek, yaşama sevincini hissetmek, gülmek, gülümsemek, kahkaha atmak, düşünmek, şaşırmak, cahilliğinden uyanmak, öğrenmek, hüzünlenmek, acımak, kızmak, hiddetlenmek, mahkemeye vermek, tazminat davası açmak, şu çizeri çizemez hale getirin şeklinde emirler vermek gibi olabilir.

 

Karikatür, çizgiyle yapılan mizah (gülmece-humor) sanatı da denilebilir ama tümüyle doğru olmaz. Karikatür çizgiyle yapılan HİCİV (yergi- satire) sanatı da denilebilir, bu da kısmen doğru olabilir. Karikatür çizgiyle yapılan DÜŞÜNDÜRME sanatıdır, denilse bu da eksik kalır. Buna da kara mizah (Black Humor) diyorlar, düşündüren ama gülümsetmeyen, acı gülüş mizahı vs. diyorlar…

 

Karikatür, resim sanatından kesinlikle beslenmiş ve hatta onun içinden çıkmış başlı başına ayrı bir sanat dalı haline gelmiştir. Ama kesinlikle expressionist yani dışa vurumcu- ifadeci-ifadeyi abartıcı veya “mesaja ağırlık verici” bir prensibi ve misyonu vardır.

 

Kısa, ani ve etkin algılanma ve algılatma tarzıyla da poster, afiş, bildiri vs. niteliği ile de grafik sanatların da komşusudur.

 

Beyinlere Mesaj veya Masaj özelliği ile de reklamcılığın komşusudur. Karikatüre metin yazmak, bir yönüyle gazetecilik, bir yönüyle de reklam metin yazarlığıdır… Bu konuya reklam-karikatür ilişkisi sorunuzdaki cevabımla değineceğim…

 

Karikatür çok ekonomiktir;

Karikatür çok kaliteli ve pahalı beyinler tarafından üretilmiş olmasına rağmen, üretim aracı olarak (pahalı beynin dışında) çok ucuz malzeme olan beyaz kağıt, siyah iz bırakacak bir kalem (kurşun kalem veya flomaster, veya kömür füzen, veya yanmış kibritin ucu vs.) ile siyah beyaz olarak da çizilebilir. (siyah kağıda beyaz kalemle de çizilebilir, istenirse)… İlkel çağlardaki gibi mağara duvarlarına kanla bile çizilebilir… Yine günümüzün ilkel çağlarındaki gibi hapishane duvarlarına veya tahta ranzalara  çakıyla veya çiviyle de çizilebilir…

 

Karikatür sanatı için ışık ve spotlar, kostümler, kameralar, oyuncu kadrosu, adına para denilen resmi damgalı kağıtlar filan gerekmez…

 

Karikatür üretim aşamasında bu yönüyle çok ucuz, çok mütevazı (alçakgönüllü) bir sanattır.

Tek ihtiyacı üretecek olan çok kaliteli bir beyin, ve çizecek olan yetenekli bir bilektir.

 

Esas sorun karikatürün tüketilmesindedir.

 

Karikatürün tüketilmesi için de bunun da  tüketiciye ulaşması veya  ulaştırılması gerekmektedir. Asıl zurnanın zart dediği veya zırttan, zurta, zurttan da zarta kadar çeşitli makamlarda çaldığı yer de burasıdır.

 

Bunun için sadece ak kağıt ve kara kalem değil, bobinlerce ve tonlarca ak kağıt, şişelerce ve kilolarca mürekkep denilen matbaa, yani baskı teknolojisi, yani endüstri ve teknik gereklidir. Ve bunun için de yine bu teknoloji ile basılmış, resmi damgalı adına para denilen başka tür bir kağıda ihtiyaç vardır.

 

Bu da ne yazık ki karikatür çizenlerin elinde değil, başka ellerin elinde bulunmaktadır.

 

İşte sanırım bu para denilen renkli kağıt olmadan, renkli karikatür basıp, yayıp, dağıtmak ve ulaştırmak eylemine de Don Kişot olmak deniyor.

 

Hiç resmi damgalı renkli kağıt almadan , karikatür denilen renkli kağıtları da çizmek yine  Don Kişot olmak anlamına geliyor…

 

2) türkiye'de ve dünyada karikatür.. aradaki farkliliklar?

 

Bilindiği gibi karikatür; yaratıcısı, buluşçusu veya çizeri tarafından, çok nitelikli bir beyin ve yetenekli bir el tarafından hiç de pahalı olmayan koşullarda ( karikatürcünün yetişme koşullarının çok pahalı olmasının dışında) üretildikten sonra tüketim aşaması, okuyucuya ulaşması sadece gazete ve dergi yoluyla olmuyor…

 

Karikatürün, okuyucu veya seyirciye ulaşması için bir matbaa veya basım endüstrisine (–ki bu kitleye ulaşma araçlarına reklamcılık deyimiyle MECRA (kanal) denir.) ihtiyaç duyulduğunu bilen ve  karikatürün etkileme gücünü gören bazı akıllı yatırımcılar Türkiye’de ve Dünya’da mizah dergileri çıkardılar. Bunu ve bu dergileri herkes biliyor…( Dergi konusuna biraz sonra döneceğim)

 

Bilinen klasik karikatür mecraları (karikatürün kitleye ulaşma araçları) şöyle özetlenebilir;

a) Süreli ve periyodik (haftalık, on beş günlük, aylık vs.)yayın olarak karikatür dergileri…

b) Günlük gazetelerde mizah sayfaları, günlük gazetelerde köşe yazarlarının yazılarının kenarında veya içinde çizerlere ayrılan yerler, yada çizerlere bağımsız verilen yerler, baş sayfada yer alan baş makale tarzındaki karikatürler…

c)Çizerlerin yayınladığı kişisel karikatür albümleri…

d)Karikatür Yarışmalarında yer alan karikatürlerden oluşan yarışma albümleri.

e) Aslında karikatür dergisi olmayıp; haber dergisi, meslek dergisi, sanat dergisi, erotik dergi vs gibi olan dergilerde karikatürcülere verilen tam sayfa veya 2 sayfa, veya yarım sayfa alanlar, yada yazının yanında veya içinde yer alan yarı illüstrasyon, yarı karikatür şeklindeki yazıya destek çizimler…

 

Unutmadan geçmeyelim, kitleye ulaşmak için karikatürcülerin açtıkları sergilerin pek azı şanslı olabilmiştir. Bu kanal, masraflı ve başlı başına umutsuz bir mecra ve maceradır, Türkiye’de…

 

Türkiye ve dünyada karikatür denince sanat ve siyaset, sanat ve hakim olan sistem sosyo-ekonomik ve politik olarak ister istemez devreye girecektir…

 

Sanata biraz ilgi duyanların bile nasıl edindiklerini hatırlamadıkları az buçuk akıllarında kalan ve sanat denilince hemen hatırladıkları Rönesans, Mikelanj (Miguel Angelo), Leonardo da Vinci, Raffael, Pablo Picasso gibi isimler vardır… Tıpkı kolalı içecekler denilince Coca-cola ve Pepsi’nin hatırlanması gibi.

 

Sanat eseri denilince Mona Lisa veya Guernica gelir akla, sanat akımları ve temsilcileri denilince de hemen Renoir ve  Empresyonizm (Impressionism- izlenimcilik) veya kulağını kesen Van Gogh gelir akla… Bir de  Picasso ile Kübizm( Cubism)…

 

Ama kimse bu sanat akımları nasıl doğmuş, niçin gelişmiş, bu sanatçılar nasıl yaşamış, eserlerini kimler almış, kimler satmış diye düşünmez…

 

Üstelik bu bilgiler bize nasıl ulaşmış, kimler üretmiş bu bilgileri, sanat sadece Avrupa’da mı varmış demez…Mesela amblem sanatının ilk ve mükemmel örneklerinin Asya kökenli olduğunu kimse bilmez. Bilgi’nin kaynağını hep batı zannederiz…

 

Cola’yı nasıl içiyorsak, bu bilgileri de içeriz ve hatta üstüne bir de geğiririz.

 

Oysa bilmeyiz ki, emperyal kültür; sanat tarihini, içinden çıktığı maddi koşullardan sıyırarak bize sadece üstün sanatçıların sanatı, sanat akımlarının tarihi veya büyük eserlerin tarihi diye üç ana saptırmaca ve yutturmaca içerisinde sunar.

 

Mesela, Mikelanj’ın Sixteen Chapel’inin tavanına yaptığı İncil’den sahnelerin yer aldığı resimlerin hepsinin aslında bir çizgi roman ve illüstrasyon olduğunu kimse söylememiştir gazetelerde, sanat dergilerinde veya güzel sanatlar fakültelerinde…

 

Miguel Angelo (Mikelanj’ın) ‘nun müşterisinin de Klise ve Papa olduğunu, Miguel Angelo’nun da bu günkü reklam ajansına benzer bir atölyenin patronu olduğunu çok az kimse bilir…

 

O boyaların, o işçilerin parasını kim vermiştir ve niye vermiştir???

 

O resimler sanatçının iç dünyasını yansıtan bağımsız bir iradeyle mi yapılmıştı, yoksa bir emir ve komuta zinciri içinde bir düşünceyi, bir fikriyatı (ideolojiyi) yansıtması için özel olarak sipariş edilmiş ve ressamına kısmi ve sınırlı bir özgürlük alanı bırakılan ısmarlanmış işler miydi???

 

Burada hakim olan siyasi ve ekonomik yapı ile sanat üretimi arasındaki bağlantıya dikkat çekmek ve konuyu karikatüre getirmek istiyorum.

 

Renoir (Renuvar)’in yükselen Fransız burjuvasının ve geleneksel elit Fransız aristokrasisinin gece kulübü eğlencelerini veya piknik sahnelerini bir tül perde arkasından bakarmış gibi yumuşak ve eriyen ışıklarla yarattığı nefis impressionist tablolarının arkasındaki finans kaynağının zengin Fransızlar olmadığını kim söyleyebilir?

 

Picasso’nun kübizminde, Cezanne’ın sert expressionist çizgilerinin  ve adını kimsenin bilmediği George Braque denilen kübist ressamın etkilerinin olmadığını kim söyleyebilir? Kübizminde sanayi devriminin etkisiyle her şeyin makineleşmesi ve her şeyin acımasız hale gelmesinin etkilerinden neden kimse bahsetmez…?

 

Köşeleri sivrilen ve keskinleşen acımasız ve vahşi bir dünyanın ürünü değil midir kübizm?

 

Her sanatçı şu yada bu şekilde o koşulların veya o sistemin siparişleri ile, dayatmaları ile, ısmarlamaları ile karşı karşıyadır. Kurnazlık becerisine göre araya kendisi için ürettiği muhalif eserlerini sıkıştıracaktır veya kendisi gibi olanlarla güç birliği ve dayanışma içine girecektir. Stratejik zekasına göre zaman zaman hakim düzenle ittifaka veya barışa girecek, zaman zaman çeşitli dozlarda itiraz hakkını ve serbest yaratma gücünü kullanacaktır. Ancak öyle yaşayabilir, var olabilir çünkü. (Eray Özbek bu konuya çok güzel değinmişti, sorulara verdiği yanıtlarda…)

 

Yunus Emre’nin dediği gibi;

”Be hey Yunus sana söyleme derler,

Ya ben öleyim mi söylemeyince…”

 

İşte Yunus gibi öyle de öldük, böyle de diyerek, karıncanın belini incitmeden yapacaktır yapacağını. İslam’daki namaz öncesi ve ilişki sonrası abdest alma olayına, “yetmiş iki millet elin yüzün yumaz değil” diyerek inceden dokunduracak, sırat köprüsünün üstüne “varıp evler kurasım gelir” deyip, ya dalgasını geçecek yada keramet sahibi gibi görünecektir.

 

İşte İngilizlerin “Fine art” dedikleri “ince sanat” zaten buradadır. Fransızların “Beaux Art“ dedikleri  “güzel sanat” da budur. Kuşkusuz karikatür bir güzel sanattır.

 

“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diyen Yunus’a, “çizgiye, renge büründüm, ak kağıtta karikatür diye göründüm” diyerek selam yollayalım, umarız ki kabul buyurula…

 

Tarihin her döneminde sanat, egemen güçlerin kullandığı, yararlandığı önemli bir silah olmuştur. Bir tek Türkiye bunu kullanmamaktadır. Bunu da sabrı olanlara ilerleyen satırlarda sunmaya çalışacağım.

 

İlkel kavimlerde sanat büyücülerin ve Şamanların elinde, toplumu etkilemek, bir düzene sokmak için düzen tarafından TOTEMLER veya Tiyatro dans giysileri şeklinde kullanılmıştır.

(Ecevit’in 1974 Kıbrıs çıkartmasındaki bakanı rahmetli Turhan Güneş’in bir sözünü hatırladım şimdi; “her düzende bir düzen, bir düzülen vardır.”)

 

Rusya’da 1917 proleter devriminden sonra, sosyalizmi öven ve belleklere kazıyan heykeller ve resimler yaptırılmıştır, tıpkı rönesanstaki klisenin ısmarlama sanat yaptırması gibi…

 

1989’da Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra, Türkiye’de tanışmış olduğum bir çok Azerbeycan’lı ressam dostum, “eskiden Lenin ve Aliyev resimleri yaparak karnımızı doyuruyorduk, veya yaptığımız çiçek resimlerini bile devlet satın alıyordu. Şimdi bu imkanımız kalmadı, bu yüzden Türkiye’ye geldik. Şimdi mutfaklara asılmak üzere meyve resimleri, salonlara asılmak üzere manzara resimleri yapıyoruz, ancak Türkiye’de böyle yaşayabiliyoruz” demişlerdi.

 

1923 Atatürk Devrimlerinden sonra da bunun benzerleri Türkiye’de yaşanmıştır. Alman ve Avusturyalı heykeltıraşlara ısmarlanan Atatürk heykelleri, Avrupa’da tahsil görmüş Türk ressamlarına ısmarlanan Atatürk ve kurtuluş savaşı resimleri gibi. İbrahim Çallı’nın ünlü Atatürk portresi gibi…Hatta yerli malı haftası için İhap Hulusi’ye ısmarlanan  afişler gibi resim, heykel ve grafik sanatların hakim sistemle çıkar ilişkisi içinde olduğunu görüyoruz.

 

Osmanlı’da ise ressam yerine istihdam edilen minyatürcüler, gelen Fransız elçisinin Topkapı sarayında karşılanmasını saraydan maaş alarak resmederlerdi. Yada şehzade bilmem kimin şatafatlı sünnet düğününü tarihi bir belge olarak çizerlerdi…Belki de fotoğrafçının görevini üstleniyorlardı…

 

Tanzimat fermanı ve Meşrutiyet dönemi ile Osmanlı’da karikatürün yaygınlaşmaya başladığını sayıları ancak 1-2 tane olan karikatür tarihçilerimiz ve eleştirmenlerimiz sayesinde öğrenebildik.

 

1890-1915’lerde batıda yayınlanan gazetelerde ( dikkat buyurun, gazete denilen kitleye ulaşan mecra kanalında) Osmanlı devletinin Rusya veya Batı ülkeleri ile yaptığı savaşların bin bir güçlükle çekilmiş ilkel siyah beyaz cephe fotoğrafları gazetelerde yayınlanırken, net çıkmayan bu resimlerin klişe gravürleri de basılıyordu, ve bu klişeleri yapan ressamlara da klişe ressamları deniliyordu. Artık, Renoir, Cezanne, Picasso, Salvador Dali filan yok, klişe ressamları vardı…

 

Picasso ve Cezanne’ın yağlıboyaları burjuva duvarlarını süsleyip bu duvarlara bakabilen 10 kişinin emrinde iken, veya müzelerde kısıtlı ziyaretçilerin seyrine açık halde iken, gazetelerdeki klişe ressamlarının çizgileri yüz binlere ulaşıyordu….(Dikkat buyurun, teknoloji ve karikatüre doğru usulca yaklaşıyoruz)…

 

Her ne kadar Osmanlı’ya matbaa 250 sene geç girmişse bile, Osmanlı’da  Bab-ı Ali ( Bab: kapı, Ali; yüksek) denilen Sadrazamın (başbakanın) yüksek kapısının çevresinde bulunan Cağaloğlu semtindeki gazetelerde çalışan ressamlara da klişe ressamı veya matbaa ressamı deniyordu. Dikkat buyurun, bunlar yağlıboya tablo çizmez, natürmort ve peyzaj yapmaz, siyah beyaz portre çizer veya olayları resmederlerdi…

 

Yine batıya dönersek, batılı gazetelerde savaş fotoğraflarının yanı sıra Osmanlıyı hasta adam olarak tasvir eden, yatağa düşmüş Abdülhamit, başında ölmesini bekleyen Almanya ve Fransa şeklinde kompoze edilen (dikkat buyurun; güldürmeyen, düşündürmeyen ve sadece HASTA ADAM MESAJINI ileten,) ve görevi sadece hasta adam mesajını belleklere kazıyan ve bu gün adına ancak illüstrasyon (resimleme) diyebileceğimiz, hiçbir karikatürcü zekası izi taşımayan, sadece resim özelliklerini barındıran ve fotoğraf ile anlatılması mümkün olmayan (dikkat; demek ki fotoğraf ile anlatılması imkansız olması lazım karikatürün, yoksa niye karikatür çizilsin? Karikatür yerine pekala fotoğraf da  konulabilirdi!), sadece KURGULAMASI ve SENARYOSU olan çizgiler yayınlanıyordu…( dikkat buyurun, burada da karikatür ve reklamcılık, reklamcılık ve mesaj konularına sinsice sokulmuş bulunuyoruz…)

 

Şimdi bu ilk karikatür örnekleri, günümüzde sakız haline gelen “çizgiyle mizah” karikatür tanımına ne kadar uyuyor??? Yoksa günümüzdeki  reklam ve propaganda bahsine mi uyuyor?

 

O günlerde Bab-ı Ali’de basılan ve meşrutiyetin özgürlükçü havasından soluklanan gazetelerde, Osmanlı Meclis-i Mebusanı (Milletvekili Meclisi)  tarafından yeni çıkartılan matbuat kanunu (basın-yayın yasası) karikatürcüler tarafından eleştiriliyor ve şöyle bir karikatür çiziliyor;

 

Geleneksel mizah figürleri olan Karagöz ve Hacivat var, birinin elleri zincirlenmiş, diğerine diyor ki ; “ Kanun dairesi içinde her türlü neşriyat serbesttir.”

 

Demek isteniyor ki, “biz yasalarla sınırlanmış basın özgürlüğü istemiyoruz, yayınlarımızı yasalar içinde diye sınırlarsanız bu da bir esarettir, elimize vurulmuş zincirdir, yada biz yasaların dışında basın özgürlüğü kullanırsak demek ki mahkum edileceğiz, zincirleneceğiz, ne anladık bu basın hürriyetinden?”

 

Tekrar “sanat ve düzen” bahsine veya “karikatür ve hakim ideoloji” konusuna bir U dönüşü yaparsak, düşünelim ki; Lenin iktidardayken Sovyetlerde bir gazetede Lenin’i keçi sakallı bir yılan şeklinde gösteren bir karikatürde Çar ve Çariçe’nin ruhları diyorlar ki, “biz bu yılanın başını küçükken ezecektik”… Bu karikatürün (karikatür değil aslında illüstrasyon demek daha doğru olur) yayınlanma şansı var mıydı, veya çizerinin hali nice olurdu???

 

Veya 1930’larda Atatürk sağ iken,(hatta bu gün bile) bir gazetede Vahdettin, Atatürk’e “ne yaptın be paşa, seni vatanı kurtar diye Samsun’a yolladık, benim hilafeti elimden alasın diye değil” diyen bir çizgi yayınlanabilir miydi?

 

Türkiye’de ve dünya’da karikatür karşılaştırmasını, aslında ülkelerdeki “egemen güçler ve karikatür” karşılaştırması şeklinde yapmak gerekir diye düşünüyorum.

 

Şimdi biraz daha net olmak gerekirse, soru; Türkiye’deki çizerlerin kalitesinin Türkiye dışındaki çizerlerle karşılaştırması şeklinde algılanmamalı, Türkiye’de çizerler neyi ne kadar çizebildiler ve çizebilirler, Türkiye dışındaki çizerlere göre bu karşılaştırılmalıdır…

 

Bir meslek grubu kıyaslaması değil, sistemler kıyaslaması olmalıdır… Başka ifadeyle; sistemlerin (düzenin) karikatürle (ve tabii sanatla) ilişkisinin kıyaslanması olmalıdır.

 

Yani Türk doktorları ile Türkiye dışı doktorlarını karşılaştırın denilmiş olsa; denilecek bir tek şey vardır; tıp mesleği dünyanın her yerinde tıp mesleğidir, Türk doktorları en az yabancı meslektaşları kadar başarılıdır… Olsa olsa tıp fakültelerindeki eğitim, teknik ve bilimsel donanım karşılaştırılabilir. Doktorların çalışma koşulları ve kazanç durumları karşılaştırılabilir.  Türkiye tıp sistemi ile yabancı tıp sistemleri karşılaştırılabilir.

 

Türkiye’deki tıp fakülteleri ve hastaneleri yetersiz bulunursa, sebepleri ve çareleri belirtilmelidir.

arnavut koy faruk cagla farukcagla karikatur bilgisi karikatur mizahi karikatur nedir karikatur ve reklamcılık karikatur yapmak karikaturculuk karikaturculuk karikaturistler karikatür bilgi karikatür yapmak reklamcilik turkiye karikatur   
Onur
hoş bir yazı
07
Oca
İsim
Email
Yardım
Saat
Yeni Proğramlar
Yeni Haberler
Anket
Mesajlar
Giriş ya da Kayıt Mesaj göndermek için!
Arayüz
Google Reklam1
Sitemizden Hoşlandınız mı?
Çok kullanışlı.
Evet güzel
Gelişmesi lazım.
Beyenmedim.
Tasarım Kötü!
İçerik Kötü!
Sonuç
(32 Yorumlar)
 
Bana Ulaşmak için MSN : msn'adresinden ulaşabilirsiniz.

Bu site bir bilgi paylaşım sitesidir. Kaynak belirtilmeden hiç bir yazı, döküman, içerik gibi unsurlar alınamaz https://TRBILGI.NET

Site Haritası

 Bu site http://www.trbilgi.us ( united stages ) içerikli domaini desteklemektedir.

MemHT Portal is a free software released under the GNU/GPL License by Miltenovik Manojlo