çeçenistanda katliam
Her Yerde Katliam
12 Mart 2002 Salı, Cuma dergisi
Geçen haftaki yazımızda Filistin'de yaşanan gelişmeler üzerinde durmuştuk. Filistin'de siyonist vahşet bu hafta da hız kaybetmeden devam etti. Siyonist saldırganlar sözde "medeni" dünyanın gözleri önünde tarihte benzeri görülmemiş katliamlar gerçekleştirdiler. Ama katliam sadece Filistin'de olmuyor. Dünyanın değişik yörelerinde vahşet ve zulmü temsil edenler Müslümanlara karşı azgınlıklarını iyice artırdılar. Bazı yerlerde doğrudan doğruya vahşi katliamlar gerçekleştirilirken bazı yerlerde de Müslümanlar sırf inançlarına bağlı kalmalarından dolayı haksızlığa ve hakarete uğruyor, en meşru haklarından mahrum ediliyorlar. Bu sebeple biz de bu haftaki yazımızı genel olarak İslam aleminde katliam ve vahşetin icra edildiği coğrafya parçalarına ayırmak istedik. Geçen haftaki yazımızın sonunda da bu hafta Hindistan'daki vahşi katliamdan söz edeceğimizi belirtmiştik. Buna binaen önce Hindistan'daki katliam hakkında bazı bilgiler vermek ve tahlil yapmak istiyoruz.
Hindu Vahşeti ve Hindistan Müslümanları
Hindistan'ın Uttar-Pradeş eyaletinde bulunan Ayota kentindeki Babür Şah Camisi (haber kaynaklarında genellikle Babri Camisi olarak geçer) konusunda Hindularla Müslümanlar arasında yıllardan buyana devam eden bir anlaşmazlık vardı. Hindular, Moğol İmparatoru Babür Şah tarafından yaptırılmış olan bu caminin binlerce tanrılarından biri olan Ram'ın doğduğu yer üzerine inşa edildiğini ileri sürüyor ve bu iddialarına dayanarak söz konusu caminin yıkılıp yerine bir hindu tapınağının inşa edilmesini istiyorlardı. Aslında bu cami 430 yıl önce yapılmış bir cami olduğu halde hinduların söz konusu iddiası yirminci yüzyılda ortaya çıkmıştı. Üstelik hinduların ellerinde binlerce yıl önce doğmuş olan Ram'ın tam Babür Şah camisinin inşa edilmiş olduğu alan üzerinde doğduğuna dair tarihi hiçbir delil bulunmuyor. Ram'ın Ayota'da doğmuş olduğuna dair tarihi rivayetler ise hinduların iddialarının doğru olduğunu ispat etmeğe yetmezdi. Ancak kasıtlı olarak ortaya atılan iddia ile galeyana getirilen kalabalık hindu gruplar zaman zaman bu camiye karşı çeşitli saldırılarda bulundular. Hinduların bu saldırılarında çıkan çatışmalarda çoğunluğu Müslüman olmak üzere çok sayıda insan öldü.
Hindular Babür camisine yönelik saldırılarını 1992 yılı sonlarına doğru iyice yoğunlaştırdılar. 4 Aralık 1992 Cuma günü 50 bin kadar hindu Babür Camii önünde toplanarak büyük bir gösteri yaptı. Hindular ertesi gün de kalabalık gruplarla camiye saldırıda bulunarak 430 yıllık Babür Camisi'ni yerle bir ettiler. Ancak hinduların bu saldırıları Hindistan'ın içinde de hindularla Müslümanlar arasında geniş çaplı çatışmalara sebep oldu. Hindistan içinde çıkan çatışmalarda iki binden fazla insan öldü. Bunların çoğu da olaylara müdahale eden polisin açtığı ateşle canlarını kaybetti. Hindistanlı bazı Müslüman yetkililer Hindistan polisinin olaylarda hinduların tarafını tuttuğunu ve Müslümanların üzerlerine ateş açtığını bildirdiler.
Ayota'daki cami krizi Bangladeş, Pakistan ve İngiltere'de de çeşitli çatışmalara yol açtı. Bunun yanı sıra olay yüzünden Pakistan ile Hindistan arasındaki gerginlik daha da arttı.
Hindistan yönetimi olayların önünü alabilmek için yıkılan caminin yeniden inşa edileceği vaadinde bulundu. Bunun yanı sıra camiye yönelik saldırılarda suçlu oldukları tespit edilen fanatik hindu milliyetçisi bir partinin Ayota'daki temsilcilerini tutukladı. Ama bu uygulamalar tamamen göstermelikti. 1992'de gerçekleştirilen yıkım işleminin üzerinden on yıl geçmesine rağmen Hindistan yönetimi sözünü yerine getirmedi. Üstelik söz konusu olayla birlikte Hindularla Müslümanlar arasına giren kin zaman içinde şiddetlendi.
Bu arada şunu da ifade edelim ki, Hinduların Müslümanlara yönelik şiddet ve vahşet uygulamaları sadece Babür Camisi'nin yıkılması ve binlerce Müslümanın öldürülmesinden ibaret değildir. Ülkenin muhtelif bölgelerinde Müslümanlar Hindu saldırganlar tarafından vahşi şekilde öldürülmüştür. Bazı yerlerde Hindular, "Siz inekleri öldürüp derilerini yüzüyorsunuz" diyerek Müslümanları öldürdükten sonra bir de derilerini yüzmüşlerdir. Bilindiği üzere Hindular inekleri kutsal bilmekte, onlara tapınmakta, onlara karşı en ufak bir saygısızlık yapmaktan çekinmekte, kutsal olduğu düşüncesiyle onların idrarlarını içmektedirler.
Babür Camisi'yle ilgili iddiaların da İngilizlerin Güney Asya'yı ve Hint yarımadasını işgal altında tuttukları dönemde ortaya atılmış olması dikkat çekicidir. İngilizler işgal ettikleri bölgelerden, özellikle de Müslümanların yaşadığı topraklardan çekilirken ileride kullanabilmek, toplumların kendi aralarında güç birliği ve dayanışma oluşturmalarını engellemede istifade etmek için bu tür fitne tohumları ekmişlerdir. Üstelik bu fitne tohumlarını ekmekle yetinmemiş bu tohumların ürün vermesi için gereken malzemeleri de oluşturmuşlardır. Güney Sudan'da 45 yıldan beridir kan akıtılmasının sebebi İngiliz işgalcilerin ektikleri fitne tohumları ve bu tohumların ürün vermesi için civar ülkelerden o bölgeye taşıdıkları animist militanlardır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. İşte Hindistan'da yirminci yüzyıla kadar nerede doğduğu kesin olarak bilinmeyen Hindu tanrısı Ram'ın yirminci yüzyıla gelinince ve Hint yarımadasındaki İngiliz işgalinin devam ettiği günlerde, tam Ayota'daki Babür Camisi'nin bulunduğu yerde doğduğunun iddia edilmesi Hindularla Müslümanları birbirine düşürmek amacıyla ekilmiş bir fitne tohumundan başka bir şey değildi. İşte bu fitne tohumu ülkede Müslümanlarla Hindular arasındaki düşmanlık ve kinin kökleşmesini sağladığı gibi uzun süre gerginliğe sebep olan hadiselerin yaşanmasına da yol açtı. Sonuçta bu gerginlikler, 1992'de caminin yıkılmasıyla patlama noktasına geldi ve vahşi saldırılar yüzünden binlerce Müslüman hayatını kaybetti.
Bu ülkede geçtiğimiz haftalarda bir trenin yakılmasıyla başlayan ve sonra da yüzlerce Müslümanın vahşice katledilmesiyle devam eden olayların arka planında da söz konusu cami hadisesi vardı. Tabii burada Hindistan hükümetinin tutumu birinci derecede rol oynamaktadır. Bu kez olaylar Gucerat eyaletinde gerçekleşti. Bazı aşırı Hinduları taşıyan bir tren yakıldı. İddiaya göre treni Müslümanlar yakmıştı. Ama bu iddia, Amerika'daki kulelere Usame bin Ladin'in adamlarının saldırı düzenlediklerine dair iddianın bir benzeriydi. Hindistan'daki Müslümanların böyle bir saldırıyı teşkilatlı ve maksatlı bir şekilde gerçekleştirmeleri akla yatkın bir şey değildi. Çünkü bu tür bir eylemin kendilerine karşı Hindu vahşetinin tırmanmasına sebep olacağını bilirler. Dolayısıyla bu eylemin bir provokasyon ya da münferit bir hadise olması ihtimali oldukça kuvvetlidir. Ama Hindistan hükümeti adeta yangının üzerine körükle gidercesine bir yandan Müslümanları hedef gösterirken diğer yandan Hinduları tahrik etti. Bu olayların tam da İsrail işgal devletinin Filistin topraklarında eşi görülmemiş bir vahşet sergilediği ve özellikle Müslüman kamuoyunun dikkatlerinin bu yöne çekildiği bir zamana denk gelmesi dikkat çekiciydi. Hindistan hükümetinin vahşeti tırmandıran tutumu yüzünden Hindu saldırganlar Müslümanların üzerine saldırdı ve bine yakın Müslüman bu saldırılarda hayatını kaybetti. Birçoklarının evleri ve işyerleri yakıldı.
Şimdi bölgede olaylar durulmuş görünüyor. Ama olayların altyapısını oluşturan sosyo-psikolojik hava devam etmektedir. Yani fitne ağacı ve onun sebep olduğu kin havası varlığını aynen korumaktadır. Bu şartların istenildiği zaman yeni bir çatışmanın zeminini oluşturmak için kullanılması mümkündür. Bu işi bizzat Hindistan hükümetinin gerçekleştirmesi de, bu ülkedeki Müslümanların kanlarının akıtılmasını isteyen karanlık güçlerin gerçekleştirmesi de mümkündür.
Çeçenistan'da Katliam Sürüyor
Çeçenistan'daki Rus işgali devam ediyor. Ancak bizim daha önce değişik vesilelerle gündeme getirdiğimiz üzere herhangi bir hadisenin uzun süre devam etmesi onun rutinleşmesine sebep oluyor. Bu yüzden de kamuoyunun ilgisinden uzaklaşmaya başlıyor. İşte Rus işgalciler Çeçenistan'da bu yönden kendilerini biraz daha rahat hissederek zaman zaman katliamlar gerçekleştirmeye devam ediyorlar. Rus işgalciler cephede mücahitlerden ağır darbeler yiyince bunun acısını sivillerden çıkarma ve savunmasız insanlara karşı vahşet sergileme yoluna gidiyorlar. Bizim de Çeçenistan davasını gündemimizin ve ilgi alanımızın dışına itmememiz, Rus işgalcilerin burada sergiledikleri vahşeti görmemiz gerekir. Ama birçokları: "Görmekle, ilgilenmekle bir şey yapamıyor, bir şey yapamamanın ızdırabıyla daha da perişan oluyoruz" diyorlar. Bu da bir gerçek, ama en azından duyarsız kalmamak için bilmek ve yeri geldiğinde bir şeyler yapabilmenin yollarını araştırmak gerekir.
Afganistan'da da Katliam
ABD, Afganistan'da Kabil'deki Taliban yönetimini düşürmekle asıl amacını gerçekleştiremedi. Bizim daha önce muhtelif yazılarımızda dile getirdiğimiz üzere ABD aslında Kabil'deki yönetimin bu kadar hızlı el değiştirmesini arzulamıyordu. Onun istediği Afganistan'daki karşıt güçleri birbirine düşürmek, bunlardan Taliban karşıtlarını kendinden daha çok yardım ve destek istemek zorunda bırakmak, bu arada her iki taraftan çok sayıda insanın can kaybetmesine yol açacak olayların epey bir süre devam etmesini sağlamak ve bütün bu gelişmelerin gölgesinde kendisinin siyasi ve askeri hesaplarının oturması için gereken şartları oluşturmaktı. Ama Taliban çatışmadan Kabil'i ve kontrolündeki diğer şehirleri terk etme yolunu tercih edince ABD'nin arzuladıkları gerçekleşmedi. Bu kez kendisi askerlerini indirerek ve muhtelif ülkelerden asker isteyerek: "Taliban ve el-Kaide militanlarını öldürüyoruz" diye kan dökmeye başladı. Çünkü o kana susamışlığını bu şekilde tatmin etmek istiyordu. Ama onun böyle katliam gerçekleştirmesi kendisini ve komutasına aldığı diğer askeri güçleri zorlamaya başladı. ABD askerleri havadan insanların tepesine tahrip gücü yüksek bombalar yağdırarak savunmasız insanları kitleler halinde öldürmekle karada göğüs göğüse çarpışmanın bir olmadığını gördüler. Aslında Afganistan'da bir çatışma olmasaydı ve ABD bu çatışmanın avantajlarını kullanmasaydı, Afganistan'da Sovyetler Birliği'nden daha rezil ve daha perişan bir duruma düşecekti. Ama ne yazık ki iç savaşın avantajları ABD'nin askeri tehdit ve psikolojik yıpratma politikasında işe yarayacak bir havanın oluşmasına sebep olmuştur. Ama son günlerde vuku bulan kara çatışmalarında ABD askerleri Somali'deki gibi kan kaybetmeye başlamışlardır ve çekilmeyi planlamaktadırlar. Ama ne yazık ki teknik imkanlarını, tahrip gücü yüksek bombaları, otomatik silahları kullanarak savunmasız binlerce masum sivil insanı katletmeyi başarabilmişlerdir. Bu da kana susamışlığın göstergesinden başka bir şey değildir. Bush da zaten bu saldırının yeni bir Haçlı savaşı olduğunu boşuna söylememişti.
Filistin'de de Katliam Sürüyor
Başta da belirttiğimiz gibi siyonist vahşet hiçbir şekilde sınır tanımaksızın Filistin'de vahşet sergilemeye devam ediyor. Ama hem geçen haftaki yazımızda bu konuya ağırlıklı bir şekilde yer verdiğimizden hem de bu haftaki yazımızda gölgede kalan diğer bazı katliamlara biraz daha ağırlıklı yer vermek istediğimizden bu hafta Filistin'de yaşanan gelişmelere çok fazla yer ayıramadık. Ama biz Allah'ın izniyle bu gelişmeleri, Türkiye kamuoyuna çok fazla yansımayan yönleriyle yansıtmak için haberler ve yorumlar yayınlamaya çalışıyoruz. Bu haber ve yorumlarımızın birçoğu Vakit gazetesinde yayınlandığı gibi Web sitemizde de yer almaktadır. Internet'ten yararlanma imkanına sahip olan ve Filistin meselesini İslami bir bakış açısıyla takip etmek isteyen tüm okuyucularımıza bu siteyi mümkünse her gün ziyaret etmelerini tavsiye ediyoruz. Çünkü her gün özelde Filistin'de genelde İslam coğrafyasında yaşanan gelişmeler hakkında yeni bilgiler bulabileceklerdir.
Ümidimizi Canlı Tutalım
İslam coğrafyasında sergilenen bütün bu katliamlar, zulümler ve vahşet uygulamaları bizim gelecekle ilgili ümit ve beklentilerimizi öldürmemeli. Ümit insana hayat ve güç veren en önemli unsurdur. Bugün Müslümanların karşı karşıya oldukları durumların İslam'ı yaşama ve yaşatma konusundaki eksiklerinin bir sonucu olabileceğini düşünerek Müslümanca yaşantımıza çeki düzen vermek için gayretimizi artırmalıyız. Bu dünyada güç ve hakimiyet hiç kimse için ebedi kılınmamıştır. Biz Allah'ın dinine gereği gibi sarılırsak, Allah da bize lütfuyla yardımcı olur. Bu itibarla ümidimizi her zaman canlı tutmamız gerekmektedir.
|