Filistin zülmü ve savaşın başlangıcı ve israil ortadoğuda tek nükler sahibi olan ülke
Bu site içerisinde yer alan bilgiler hazırlanmaya başlandığında, Aksa İntifadası'nın ilk ayları yaşanmaktaydı. İntifada'nın ilk gününden itibaren İsrail yönetimi, Filistin halkının yaptığı sokak gösterilerine karşı çok sert tedbirler almıştı, ancak aradan geçen süre içerisinde bölgedeki çatışmalar daha da yoğunluk kazandı. İsrail hükümeti, bazı radikal Filistinliler tarafından gerçekleştirilen intihar saldırılarının karşılığında işgal altındaki topraklarda baskısını daha da artırdı. Havadan, denizden ve karadan yürütülen operasyonlar çoğunlukla sivil Filistin halkını hedef aldı. 2002 yılı başından itibaren de Aksa İntifadası'nın belki de en şiddetli günleri yaşanmaya başlandı.
Yetkililer tarafından işgal altındaki topraklarda son yirmi yıldır yaşanan en büyük operasyon olarak nitelendirilen bu harekatta İsrail ordusu yaklaşık 20 bin askerini bölgeye sevketti. Büyük bir kıyımın habercisi olan bu sevkiyatla birlikte İsrail ordusu Filistinlilerin yaşadıkları bölgeleri tek tek ele geçirmeye başladı. Aslında bu durumun ilk sinyalleri aylar öncesinden verilmişti. Önceki bölümlerde 'Ariel Şaron Savaşa Hazırlanıyor' başlığı altında ele aldığımız gibi, yabancı kaynaklar böyle bir işgalin beklentisi içindeydiler. İsrail hükümetinden sızan haberler, İsrail'in büyük bir savaşa hazırlandığını göstermekteydi.
İşgalle birlikte 1982'de Lübnan işgaline benzer manzaralar yaşanmaya başlandı. Ele geçirilen her kampta, her bölgede aynı şeyler yaşanıyordu. Önce uzaktan tank ve silah sesleri duyulmaya başlanıyor, sonra bölgeye elektrik sağlayan jenaratör vurularak kamplar karanlığa gömülüyor ve halkın dış dünya ile bağlantısı kesiliyor daha sonra da tanklara F16'lar eşlik etmeye başlıyordu. Üstelik bu operasyon, çok daha büyük bir kuşatmanın ilk adımıydı.
Yaşananlar tam bir savaşı andırıyordu. Bir yandan İsrail tankları Filistin idaresinde bulunan Gazze, Ramallah, Nablus, Tulkarem gibi şehirlere girip önüne gelen ne varsa yıkıp geçerken, bir yanda F16'lar kamplarda yaşayan halkın üzerine bombalar yağdırıyordu. Filistin Özerk Yönetimi Lideri Yaser Arafat yaşadığı yerden dışarı çıkamaz hale geldi, diğer bir deyişle ev hapsine alınmış oldu. Bir günde 40 kişinin hayatını kaybettiği bu saldırılar sırasında, görme özürlüler için BM tarafından inşa edilmiş olan okul da dahil olmak üzere okullar, ambulanslar, hastaneler de İsrail ordusunun hedefleri arasında yer aldı. Olay yerinde bulunan yabancı gazeteciler saldırılar sonrasında yaralanan halkın hastaneye götürülmesinin mümkün olmadığını, çünkü İsrail tanklarının hastanelerin etrafını kuşatıp ambulans giriş çıkışlarına engel olduklarını bildiriyorlardı. Bunun yanı sıra binlerce kişi gerekçesi gösterilmeden gözaltına alındı, göz altına alınanlardan onlarcası İsrail hapishanelerine yollandı. Pek çok mülteci kampında, kampta yaşayan 14-60 yaş arasında tüm erkekler sorgulanmak üzere götürüldü. Gözleri bantlı ve elleri bağlı olarak iki gün boyunca tutulan kişilerin bir kısmı daha sonra tutuklandı. Örneğin Dheish kampında 600 erkek zorla göz altında alındı ve bunlardan 70 tanesi hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Sorgu sırasını bekleyen gözlü bantlı sivil halkın basına yansıyan görüntüleri, İsrail ordusunun keyfi uygulamalarının yalnızca bir tanesiydi.
İsrail işgali sırasında daha pek çok acımasız uygulama basına yansıdı. Bunlar arasında İsrail askerlerinin öldürdükleri Filistinlinin üzerine basarak arkadaşlarına poz vermeleri, yol ortasında bir Filistinlinin teslim olmasına rağmen askerler tarafından önce dövülüp sonra öldürülmesi, İsrail tanklarının yol kenarına park etmiş ambulansları ezip geçmeleri, Filistinlilerin roketlerle parçalanması vardı. Üstelik İsrail ordusunun işgal altındaki topraklarda estirdiği terör çoğu zaman olduğu gibi yine çocukları hedef almaktaydı. İsrail'in çocuklara yönelik bu politikası, haklı olarak, yalnızca Filistinliler tarafından değil İsrail vatandaşları da dahil olmak üzere tüm dünya tarafından tepkiyle karşılandı. İsrail'in işgal altındaki topraklarda yaptıklarını eleştiren ünlü İsraillilerden Gideon Levy de bu politikayı kesin bir dille eleştiriyor ve kamuoyuna şu soruları yöneltiyordu:
İsrail askerlerinin, öldürdükleri Filistinlinin üzerine basarak poz vermeleri tüm dünyada büyük tepki topladı.
|
Bu çocukların başlarına ateş etmeleri için askerlere herhangi bir emir verilmiş midir, yoksa askerler kendi insiyatifleri ile mi böyle davranmaktadır? Bu bir şeyi değiştirir mi? Bu olaylar sadece sıra dışı birkaç uygulamadan mı ibarettir? Yoksa "taş atan kimse, çocuk ya da yetişkin farketmez, vurulur" şeklinde prensip haline gelmiş bir uygulama mıdır? Ve bu da savaş suçu olarak saymamız gereken eylemlerden biri midir? İsrail ordusunda, kendi askerlerinin bu şekilde davranmasını umursayan bir kişi bile yok mudur?110
Ramallah'da yaşayan Amerikalı insan hakları savunucusu Adam Shapiro ise işgal topraklarında görev yapan İsrail askerleri ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyordu:
İşgal, insanlık dışı eylemler üzerine bina edilmiş. İsrail askerleri bu sayede Filistinlilere böyle muamele edebiliyorlar- onların insan olmadığını düşünmeleri yönünde eğitim alıyorlar. İsrail askerlerinin hepsinin kötü olduğuna inanmıyorum, ama göreve gelirken insani yönlerini evde bıraktıklarını düşünüyorum... İsrail bu bölgedeki çatışmaların ana kaynağının bu işgal olduğunu anladığı ve işgal ettiği topraklardan geri çekilip Filistinlilerin özgürce yaşamalarına izin vermeye başladığında, dünyamızı açıklamak ve anlamak için kullandığımız sözcükler yeniden anlam kazanmaya başlayacak. O zamana kadar, 'insan' sözcüğü uygulaması olmayan bir sözcük olarak kalmaya devam edecek.111
İsrail son operasyon ile Filistin topraklarının neredeyse tamamını yeniden işgal etti. Büyük katliamların yaşandığı bu işgal sırasında 10 gün gibi kısa bir süre içerisinde yüzlerce masum insan hayatını kaybetti.
|
İsrail'in uyguladığı bu şiddet politikası daha çok şiddeti doğurdu. Filistinli radikal bazı gruplar, İsraillli sivilleri hedef alan intihar saldırılarına hız verdiler. Buna karşılık Ariel Şaron ve İsrail hükümeti itidalli bir politika izlemek yerine şiddeti ve baskıyı artırmak gerektiği görüşündeydiler. Ariel Şaron yaptığı açıklamada, şöyle diyordu: "Kayıplarını artırmalıyız ki bu yolla bir şey kazanamayacaklarını anlasınlar... Onları vurmalıyız, bir daha bir daha vurmalıyız, bunu iyice anladıklarına kanaatimiz gelene kadar." Gazeteciler kendisine, "Peki neden siyasi yollarla bu sorunu çözmeye çalışmıyorsunuz?" diye sorduklarında da Şaron'un cevabı, "Siyasete vakit olmadığı, sorunun sadece askeri yollarla çözüleceği" oldu.112 Likud Partisi üyesi Meir Sheetrit ise Parlamentoda yaptığı konuşmasında, İsrail ordusunun Filistin topraklarında uyguladığı şiddeti desteklediğini söylüyor ve "Filistinlilerin 'barış istiyoruz diye can havliyle bağırıncaya kadar' vurulması gerektiğini" savunuyordu.113 Oysa bu yöntem her şeyi kısır bir döngü içine itmekten başka bir işe yaramadı. Daha önce de belirttiğimiz gibi yaşananlar, şiddetin sorunları hiçbir şekilde çözemeyeceğini bir kez daha kanıtladı.
İsrail ordusunun bu operasyonu sırasında, BM'in açıkladığı rakamlara göre, on gün içinde toplam 1620 ev, okullarında dahil olduğu 14 kamu binası ağır hasar gördü. Cenin'de 14 bin Filistinlinin barındığı 2.500 evden 550'si hasar gördü, bunlardan üçü tamamen yıkıldı, altısı kısmi hasar gördü ve 541'de belli derecelerde hasar gördü. Balata'da 20 bin insanın yaşadığı 3.700 evden 670'i zarar gördü, bunlardan 10'u tamamen yıkıldı, 14'ü ağır 646'sı da kısmi hasar gördü. Nur Al Şams'da 8.000 Filistinlinin yaşadığı 1.500 evden 100'ü hasar görürken, üçü tamamen yıkıldı. Tulkarem'de 16 bin kişinin yaşadığı 2.900 evden 300'ü hasar gördü, 9 tanesi tamamen yıkılırken 30'u ağır hasar gördü. Maddi kayıp ise 3.5 milyon dolara yakındı. (Operasyon halen devam ettiği için bu rakamlar değişiklik göstermektedir)..114
İşgalin 10. gününde İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada 200 Filistinlinin hayatını kaybettiği bildirilmiştir. The Independent gazetesi konuyla ilgili haberinde sadece bir kampta 48 saat içinde 30 kişinin hayatını kaybettiğini, İsrail ordusunun helikopterlerinin kampı yaylım ateşine tuttuğunu bildirmektedir.
(üstte) İngiliz The Observer gazetesinin Filistin muhabiri Peter Beaumont, İsrail işgali sonrasında Ramallah'tan gönderdiği yazısında "Ölü bedenler gördüm, başlarından tek kurşunla vurulmuşlardı" demekteydi. İsrail askerleri tarafından öldürülen Filistinlilerin ortak noktası, yakın mesafeden başlarına yedikleri kurşundu ve The Observer muhabiri de buna dikkat çekmekteydi.
Amerika'da yayınlanan The Palestine Chronicle gazetesinde yer alan "Ramallah'ta Kıyım, İsrail Tarzı Demokrasi Harika Değil mi?" başlıklı yazısında Jennifer Loewenstein, Ramallah'ta yaşanan vahşete yer vermektedir. Haberde, cesetlerin bazılarının üzerinde 16 kurşun deliği olduğu, çoğunun yüzüstü yere yatar pozisyonda bulunduğu ve yanlarında silahlarının olmadığı anlatılmaktadır. Üstelik İsrail askerleri çocukları hedef almaya da devam etmektedir. Rafah sınırında 10 yaşında bir çocuk oyun oynarken, sadece "sınıra yakın bir mesafede oynuyordu" gerekçesi ile vurularak öldürülmüştür.
|