HAKKINDA YAZILANLAR
Geylândan doğan güneş Seyyid Abdülkadir
İrfan Özfatura [email protected]
Türkiye 4 Ekim 2003
Hicri 471... Remazanın son günleri... Geylâna bir kara kış çöker ki sormayın.
Ortalık nasıl sis, nasıl duman?
Bırakın hilali, gök bulunmaz. İyi de Şevval girmiş midir acaba?
Öyle ya Ramazan oruçsuz olmaz, bayram oruçlu olmaz
Ulema çare düşünürken biri durun der ben bu işi çözdüm galiba. Derhal hanımını Ümmül Hayr diye anılan Seyyide Fatımaya yollar. Seyyide Fatıma nurlu bebeğini emzirmeye yeltenir ama çocuk huzursuz olur, ağzını saklar. Fatıma Hatun Siz orucunuzu tutmaya devam edin der, eğer Ramazan çıkmış olaydı, Abdülkadir emmeye başlardı.
Seçilmişlerin farkı
Biliyor musunuz, bazı çocuklar doğuştan şanslıdırlar. Abdülkadir-i Geylani babası ile şeriflere, annesi ile seyyidlere mensuptur ve doğmadan müjdelere kavuşur. Bir gün, babası rüyasında Efendimizi görür. Server-i âlem ona döner ve Ey Ebû Salih! der, Allahü teâlâ sana kâmil bir evlâd nasip eyledi. O benim oğlumdur. Evliya arasında derecesi çok yüksek olacak. Oniki imam haricindeki bütün veliler ondan feyz alacak.
Geylanlı Abdülkadir de çocuktur ama çocukluk yapmaz. Koşmaz, kovalamaz, çelik çomak oynamaz. Öyle ya melekleri gören biri başka nasıl olabilir ki?
Bir arefe günü tarlayı sürerken öküzü durur, nelerle uğraşıyorsun gibilerden bakar ve sen bu iş için yaratılmadın diye mırıldanır. Olup biteni anlamaya çalışırken ufuklar açılır, Arafat ovası önüne yayılır. O sıra hacılar vakfeye durmuş dua yapmaktadırlar. Abdülkadir orada olamadığına çok yanar.
Evet, Geylân da güzel yerdir lâkin Abdülkadir, Bağdata gitmeli, âlimleri, velileri görmelidir. Annesi ona çok düşkündür ama söz ilimden açıldı mı boynunu büker. Rahmetli babasından kalan altınların yarısını kardeşine ayırır, yarısını cepkenin astarına diker. Ve ondan tek bir şey ister: Yalan söyleme!
Altının var mı?
Minik aşık ilk kâfileye katılıp yola çıkar. Hemedan geçince, altmış atlı çıka gelir, kervanı basarlar. Herkesi soyar ama onu ciddiye almazlar. Haydutlardan biri, laf ola beri gele cinsinden sorar.
-Senin de bir şeyin var mı?
-Var
-Hani şöyle çil çil altınlar
-Hem de kırk tane
-Astarına mı dikili?
-Evet
-Git işine, eğlenme benimle.
Olacak bu ya bir başka şaki de aynı soruları sorar. Aynı cevapları alır ama inanmaz. Eşkıyaların reisi haninin kurdudur. Abdülkadir�in tavrı gözünden kaçmaz. Bu kez o sorgular:
-Sahi altının var mı?
-Var.
-Kaç tane
-Kırk tane.
-Nerede?
-Elbisemin kolu içinde
-Göster bakayım
-İşte.
-İyi de bunu neden söylüyorsun?
-Anneme söz verdim. Üç beş altın için yalan konuşacak değilim ya.
Şahit olun ki...
Bir an göz göze gelirler. Küçük dervişin yüzü öyle temiz, çehresi öyle nurludur ki reisin içinde bir şeyler kıpırdar. Önce dudakları titrer, sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar halbuki ben der, Rabbime verdiğim sözleri bile tutmuyorum.
Sonra ani bir kararla denklerin üstüne çıkar ve duyduk duymadık demeyin diye haykırır: Bundan böyle eşkıyalık yapmayacağım... Önce açık açık tövbesini eder, sonra sebebini açıklar. Adamları bu konuşmadan çok etkilenir ve yol kesmede reisimiz idin, yol bulmamızda da reisimiz ol derler. Aldıkları malları iade eder, yolculardan yalvara yakara helallik dilerler.
Geylanlı Abdülkadir, Bağdat ta nice sohbetlere katılır, nice alimin önünde diz kırar. Kısa sürede fıkıh, hadis, öğrenir ve gün gelir hocası Ebû Sâid Mahzûmînin emriyle vaaza çıkar.
Bağdatlılar bu kürsüde kimleri görmüşlerdir ama bu genç çok farklıdır. Zira o kulaklara değil, gönüllere hitap eder. Kalabalık sokaklara taşınca Abdülkadir-i Geylâninin sevenleri civar evleri satın alır, medreseye katarlar. Hatta genç bir kız kendisini isteyen delikanlıya senden mihr filan istemiyorum der, Abdülkadir-i Geylâninin mescidinde amelelik yap tamam.
|